Beşiktaş’ın bu sezonki genel hâline, bilhassa dış sahalardaki performansına bakılınca, Antalyaspor deplasmanından kötü bir sonuçla dönmek siyah-beyazlılar adına sürpriz bir sonuç sayılmazdı. Nitekim öyle de oldu. Ama mağlubiyetin gelme şekli, Beşiktaş için bile fazla absürttü.

Siyah-beyazlıların bu maçta da birçok eksiği vardı. Geçen haftaki Gaziantep FK maçında sakatlıkları nedeniyle oynayamayan Vincent Aboubakar, Arthur Masuaku, Omar Colley ve Daniel Amartey bu maçta da yoktu. Bu maçta onlara geçen hafta sakatlanan Rachid Ghezzal ve cezalı Amir Hadziahmetovic de eklenmişti. Burak Yılmaz ise Ghezzal’in yerine Tayfur Bingöl’ü ilk 11’e dâhil ederken, beklenilenin aksine onu orta sahada, Alex Oxlade-Chamberlain’i sol kanatta kullanmayı tercih etti.

Bu tercihin ise iyi bir sonuç verdiğini söylemek pek mümkün değildi. Beşiktaş ilk yarıda sağdan Onur Bulut ve Milot Rashica’nın, soldan da Bakhtiyor Zaynutdinov ve Oxlade-Chamberlain’in gelişigüzel ortalarıyla pozisyon ararken, bunların hepsi neticesiz kaldı. Yalnızca bir kez, ilk yarının sonunda paslarla ceza sahasına sokulmayı denedi, ilk pozisyonunu da golü de bu sayede buldu. Başka bir deyişle, Antalya’da ender rastlanan bir doğa olayı gerçekleşti ve Beşiktaş’ın iki orta saha oyuncusu birden, Tayfur Bingöl ve Salih Uçan, ceza sahasına girerek golü hazırladı.

Buna karşın Antalyaspor ise bu sezon Süper Lig’de en az isabetli pas yaptığı (80), rakip ceza sahasında topla buluştuğu (1), şut çektiği (1) ve gol beklentisine girdiği (o.o3 xG) ilk yarıyı Beşiktaş karşısında oynadı. Aslında Beşiktaş, gerek orta sahasında gerekse savunma arkasında Akdeniz ekibinin etkili olabilmesi için yeterince boşluk verdi. Ama bu boşlukların hemen hepsini kapatan iki oyuncusu vardı; Gedson Fernandes ve Eric Bailly. Bu yüzden Antalyaspor’un birçok hızlı hücumu, gol pozisyonuna dönüşmeden sonlandı.

BAİLLY’DEN SONRA

Ama ikinci yarının başında her şeyi değiştiren bir şey oldu. Eric Bailly yerini Valentin Rosier’e bıraktı. Böylece maç kadrosunda nedense Bailly dışında bir orijinal stoperi olmayan siyah-beyazlılarda iki oyuncunun yeri değişti; Onur sol beke, Zaynutdinov sol stopere geçmek zorunda kaldı.

İlk yarının en iyi oyuncularından birinin oyundan çıkması ise kimseyi şaşırtmadı. Ne yazık ki çok sık sakatlanabilen Bailly’nin oyundan çıkması değil, maçı tamamlaması sürpriz olabilirdi.

Ancak Bailly’nin oyundan çıkmasından sonra Beşiktaş’ın savunmadaki bütün zaafları görünür oldu. Antalyaspor akın akın Beşiktaş’ın üzerine gelmedi belki. Ama her geldiğinde etkili oldu ve kimin nerede duracağı belli olmayan Beşiktaş savunmasının arkasına sızdığı her pozisyonda golü bularak, 17 dakikada üç gol attı. 

Burak Yılmaz’ın üçüncü golden hemen sonra oyuna aldığı ve 4-4-2’ye döndüğü Ante Rebic ile Jackson Muleka’nın ortaklığından gelen golle Beşiktaş son dakikalarda en azından bir puanı kurtarmak için çabalasa da, netice olarak Antalyaspor’un bu sezonki en kötü hücum istatistiklerini yakaladığı bir maçtan üç golle yenik ayrılmayı başardı ve bu sezonki üstün başarılarına (!) bir yenisini daha ekledi.

NEDEN HERKES TEKNİK DİREKTÖR OLMAMALI?

Maç sonundaysa bizzat Burak Yılmaz’ın ağzından maçın da önüne geçen bir şeyi öğrendik. Meğer hepimizin doğal olarak sakatlandığı için oyundan çıktığını düşündüğümüz Eric Bailly, soyunma odasında takım arkadaşı Tayfur Bingöl ile yaşadığı bir gerilim yüzünden Burak Yılmaz tarafından oyundan alınmış.

Elbette hangi oyuncunun oyundan çıkacağı, yerine kimin gireceği teknik direktörün tasarrufunda olan bir şeydir. Fakat şayet o tasarruf, takımın mağlup olmasının açık bir nedeniyse, bu da teknik direktörün hâliyle eleştirilmesine sebep olacak bir karardır. 

Burak Yılmaz ise dün akşam mağlubiyetin umrunda olmadığını söylüyordu. Dediğine göre hayatta kazanmaktan çok daha mühim şeyler vardı. Keşke sahip olduğu bu ulvi değerleri, uzun futbolculuk kariyeri boyunca da gösterebilseydi. Öyle olsaydı “teknik direktörlüğünün” çok erken aşamasındaki bu sözleri daha inandırıcı gelebilirdi belki. 

YAKIŞIKSIZ DAVRANIŞ MI DEDİNİZ?

Ama herhâlde o durumda da şu sözlerinin mahiyetini anlamakta zorlanırdık. “Bizim ülkemize gelip, bizim oyuncumuza saygısızlık yapanı asla kabul etmeyeceğim,” dedi dün akşam Burak Yılmaz. Ve bir anda Tayfur’u kendi oyuncusu, Bailly’i ise başkasının oyuncusu yaptı. Oysa ikisi de aynı takımın, kendi takımının oyuncusuydu, bunu unuttu.

Elbette hiçbir oyuncu, bir başka oyuncuya saygısızlık yapamaz, yapmamalıdır. Ama bunun söz konusu oyuncuların milliyetleriyle, buralı olup olmamalarıyla bir ilgisi yoktur. Aksi takdirde böyle bir tavrın adının ne olduğu da bellidir; şovenizm. Dolayısıyla Bailly’i “yakışıksız bir davranış” gerekçesiyle oyundan aldığını açıklayan Burak Yılmaz’ın bunu dile getiriş şekli çok daha yakışıksızdı.

Bailly’nin söz konusu yakışıksız davranışı, yani takım arkadaşının formasının yakasına yapışmasının çok daha ağırlarının ise futbolda örneği çok. Aynı şekilde futbolcularının bu tip agresif hâllerini yönetmeyi çok iyi bilen teknik direktör örnekleri de saymakla bitmez.

Burak Yılmaz’ın ise henüz bir teknik direktör olmadığını zaten biliyorduk, dün akşam yöneticilik becerilerinin olmadığını da gördük. Böyle bir aceminin Beşiktaş’ın başında ne aradığının cevabını ise Beşiktaş yönetiminin vermesi gerekir. Fakat ne yazık ki Beşiktaş yönetiminin de yöneticilik becerileri Burak Yılmaz’dan hallice. Yoksa Beşiktaş bu hâlde olur, sezon ortasında kongreye gitmek zorunda kalır mıydı?

Peki ya Beşiktaş formasının saygınlığı? Onu korumak hangi ara ve nasıl Burak Yılmaz’a kaldı? Kendisine Beşiktaşlı diyen herkes bunun üzerine biraz oturup düşünse iyi olur.

Onur ÖZGEN / GazeteDuvar