Beşiktaş’ta aralık ayı başındaki seçimleri kazandıktan sonra göreve gelen Hasan Arat yönetimi, saha sonuçlarındaki kötü gidişatın düzelmemesi nedeniyle teknik direktör Rıza Çalımbay ile yolları ayırdıktan sonra iki haftadan fazla bir süre yeni teknik direktörünü bulamamıştı. Ardından bir anda o güne dek medyada adı hiç geçmeyen Fernando Santos’un açıklanması herkesi şaşırtmıştı. 

Santos her ne kadar uluslararası bir teknik direktör olsa da artık kariyerinin sonuna gelmiş bir çalıştırıcıydı ve 2016’da Portekiz ile kazandığı Avrupa şampiyonluğundan bu yana kariyeri düşüşteydi. Üstelik 2010’dan beri bir kulüp takımı da çalıştırmamıştı. 

SANTOS’TAN NE UMULDU?

Tüm bu handikaplarına rağmen Beşiktaş’ın Santos’u tercih etmesinin bazı makul sebepleri olabilirdi. Santos, kariyeri boyunca disipliniyle ön plana çıkan bir teknik direktördü ve son deneyimi olan Polonya’yı dışarıda bırakırsak çalıştırdığı tüm takımlara belirli bir düzen kazandırmayı başarmıştı. Tarihinin en kötü sezonlarından birini geçiren, Santos’tan önce dört teknik direktör değiştiren, beş oyuncusunun birden kadro dışı kaldığı Beşiktaş’ın da öncelikli ihtiyacı buydu; düzen. Santos’un deneyimi ve kariyeri de bunu yapabileceğini vadediyordu.

İkinci olarak akla gelen makul sebep ise Beşiktaş’ın göreve yeni gelen ve henüz çaylak olarak nitelenebilecek bir yönetime sahip olmasıydı. Dolayısıyla siyah-beyazlıların yalnızca saha içini değil, saha dışını da idare edebilecek ve yönetimdeki bu deneyim eksikliğini de en azından bir süre doldurabilecek büyük bir isme, başka bir deyişle bir taktik ustasından ziyade bir yöneticiye ihtiyacı vardı. Santos bu ihtiyacı da karşılayabilecek bir profil gibi görünüyordu.

Ancak elbette Santos kimseye büyük bir temaşa vadetmiyordu. Beşiktaş’a cazip gelen deneyimi, onun aynı zamanda ne kadar tutucu bir teknik direktör olduğunu da gösteriyordu. Yine de bu Beşiktaş açısından göze alınabilir bir “handikaptı”, zira içinde bulunduğu sezonda siyah-beyazlıların acil ihtiyacı eğlenceli bir futbol değil, sonuç alan bir futboldu. Santos bunu da başarabilir gibi duruyordu.

NE BULUNDU?

Fakat aradan geçen üç ayın sonunda Santos’un kendisine uygun gibi görülen bu üç hedefe de ulaşamadığı görüldü. Ne takıma belirli bir düzen getirebildi ne yöneticilik hünerlerini gösterebildi ne de sonuç alabildi. Sahadaki futbol beklenildiği gibi kimseyi eğlendirmiyordu, ama beraberinde sonuç da getirmeyince Santos’un varlığı iyice anlamsızlaştı ve koltuğu sallanmaya başladı.

Johan Cruyff’un meşhur sözündeki gibi, “Sonuç olmadan kalite anlamsızdır. Kalite olmadan alınan sonuç ise sıkıcı”. Yine de taraftarların sahadaki sıkıcı futbolu hoş görebilecekleri tek bir olasılık vardır; tabelada takımlarının rakip takımdan bir gol fazla attığını görmek. Santos’un risksiz ve heyecansız futbolu da beraberinde 1-0’lık galibiyetler getirseydi kimse bunu sorun etmeyebilirdi. Fakat bilhassa son beş maçta takımın tek bir galibiyet bile alamaması, sahadaki futbolu da iyice sorgulanır hâle getirdi.

Tüm bunlarla birlikte Santos’un tamamen kaybedilmiş bir sezonda dahi özkaynaktan A takıma yükselen genç oyunculara yeterli şansı tanımaması, onlar yerine artık takıma vereceği hiçbir şeyin kalmadığı aşikâr olan ve gelecek sezon takımda yer alma şansı görülmeyen birçok oyuncuya süre vermesi, devre arasında kulüp tarihinin en pahalı iki transferi ünvanıyla kadroya dâhil edilen Ernest Muci ve Al-Musrati’den de beklenen verimin alınamaması, Portekizli teknik direktöre olan güveni tamamen sıfırladı ve Samsunspor maçı Santos’un Beşiktaş’ın başındaki son maçı oldu.

BUNDAN SONRA NE OLACAK?

Beşiktaş yönetimi, sezonun kalan kısmındaki lig üçüncülüğü ve Türkiye Kupası şampiyonluğu hedeflerini, belki de bu sezon siyah-beyazlıları çalıştıran beş isim arasında farklı şeyler deneyen ve sahada bunun sonuçlarını gösteren tek teknik direktör olan Serdar Topraktepe ile birlikte kovalamayı seçti. Topraktepe’nin Beşiktaş’ı sezonu daha iyi futbol oynayarak, daha iyi sonuçlar alarak bitirebilir mi, bilinmez. Fakat en azından kalan maçlarda artık Beşiktaş’ta bir işi kalmamış oyuncular yerine Demir Ege Tıknaz, Emrecan Terzi, Mustafa Erhan Hekimoğlu gibi siyah-beyazlıların geleceğinde olması gereken oyunculara şans verirse, kendi misyonunu yerine getirmiş olacaktır.

Gelecek sezonun nasıl planlanacağı ise büyük bir muamma. Beşiktaş an itibarıyla altı kişilik bir transfer komitesine sahip, ama ne bir teknik direktörü ne de liyakatine güvenebileceği bir futbol aklı var. Bir strateji olmadan getirilen teknik direktörlerin ve yapılan transferlerin, vakit ve nakit kaybından başka bir şeye yaramadığının örnekleri ise siyah-beyazlıların hem mevcut sezonunda hem de yakın tarihinde ziyadesiyle mevcut. 

Bu yakın tarihin eleştirisi ve büyük bir değişim vaadiyle göreve gelen Hasan Arat yönetimi, bakalım kulübün gerçekten farklı bir yola girmesini sağlayacak mı, yoksa aynı derede yıkanmaya devam mı edilecek? Hep birlikte göreceğiz. 

Onur Özgen/GazeteduvaR