Cahit Yavuz'un yazı şu şekilde:

Bir an için; bir tenis kulübünün rahat ve sıcak lokallerinden birinde oturup, birlikte sohbet ettiğimizi hayal edelim. Laflarken ‘’Sporun, siyasi sonuçlar dahil, bir çok toplumsal olayı tetiklediğine şahit olmayanımız var mı?..’’ 1942 yılının Ağustos ayında, Alman işgali altında olan Ukrayna’nın Dinamo Kievli futboluları, Adolf Hitler’in takımını 5-3 yenmişti. Ve biliyorsunuz; yaklaşık 3 yıl sonra savaşı kaybeden Hitler, 30 Nisan 1945 yılında intihar etti. Size alakasız gelebilir ama olsun. Belirtmeden yapamayacağım. Alman önderliğinde kurulan Avrupa Birliği, 2009 Lizbon Antlaşması ile sporu, yetki alanlarından biri olarak resmen tanıdı.  Avrupa Birliğinde mücadele eden sporcuların pasaportunda AB vatandaşı yazıyor. Fransadaki profesyonel bir Belçikalı/İtalyan/İspanyol futbolcu , sokakta karşılaştığı bir Fransız vatandaşından daha imtiyazlı. Almanyadaki Fransız/Portekizli/Avusturyalı futbolcu da öyle. Sporun sosyal gücünden bahsediyoruz…   

Laf lafı açtı konu bize geldi. Konu bize gelmezse çatlarız değil mi?.. 22 Nisan 2022 tarihli resmi gazete, spor kulüplerinin şirketleştiğini yazdı. Yani ülkenin tüm spor kulüplerinin dünya genelindeki tüm spor kulüpleri gibi LTD veya A.Ş olarak yönetilecek. Ancak günümüzün Türk sporu; bırakın gelişmiş ülkeleri, gelişmekte olan ülkelerin seviyesine bile erişebilmiş değildir. Okullarda spor kültürü adına ‘’Boş zamanı değerlendirme’’ diye, saçma sapan bir laf türetilmiş ve halkın zihnine spor, ipsiz sapsız boş bir iş olarak işlenmiştir. Buna rağmen sporda kayda değer başarılar da elde edilmemiş değil. Beşiktaş’ın yeni başkanına gelmeden bazı notları iletmek istiyorum. Bir; 1975-76 sezonunda şampiyon olan ilk Anadolu takımı Trabzon, 1984’e kadar 6 lig şampiyonluğu yaşadı. İki; 1981 yılında AliŞen Fenerbahçeye Başkan oldu. 1982 de Şampiyonluk yaşadı. Üç; 1984’te Süleyman Seba Beşiktaş’a Başkan oldu. 1985’te şampiyonluk geldi. 1989-92 arasında 3 yıl efsane şampiyonluklar geldi. Dört; 1984’te Galatasaray’a Jupp Derwall geldi 14 yıl sonra lig şampiyonu oldu. 2000 yılında UEFA kupasını kazanarak Türk futbolunun en büyük başarısına imzasını atmıştır.

Tarih yalan söylemez. Bu başarılar Türkiye’nin dünyadaki en önemli markalarını ortaya çıkartmıştır. Ülkenin sanayi ve ticari anlamda en büyük markaları, bu dört spor markasının yanına bile yaklaşamamıştır.  Spor kulüpleri dünya markası olunca, bunların başına da para babaları geçmeye başlamıştır. Ancak, para ve güç sahibi başkanlar beklentilerin tam tersine kulüpleri borç batağına sokmuşlardır. Beşiktaş’ın başkanlık seçiminde çıkan sonuç, bu anlamda tarihe not düşecek cinsten ilginç ve sosyolojik bir sonuçtur. Serdal Adalı değerli bir isim ve parası bol bir başkan adayıydı. Hasan Arat ise yolu bizim Spor Akademisinden geçen bir büyüğümüz idi. Eski bir basketbolcu olması, Olimpiyat Komitesinde yönetimde olması gibi sportif açıdan çok üst değerlerle donanımlı bir başkan adayı idi. Arabacı denen Beşiktaş Kulübü, para yerine sportif donanımı tercih etti. Üstelik açık ara bir farkla. Bu sonuç, üyelerin muhakeme ve akıl yürütme yetenekleri sonucunda gerçekleşti. Samet Aybaba ve Feyyaz Uçar ile birlikte Mete Vardar gibi sporu çok iyi bilen bir ekiple, Beşiktaş’ın değerine değer katma savaşı verecekler. Bu tür seçimler sporda hafife alınacak işler değildir.

Bu seçimle gelen, spordaki bu düşünme metodolojisi değişikliği, irili ufaklı başka kulüplerde de yaşanmaya başladı. Örneğin: Üsküdar Belediyesi Spor Kulübü başkanı Muammer Saka’nın vefat etmesiyle boşalan başkanlığa, Giray Bulak’ın getirilmesi. Türk futboluna emek vermiş bir başka spor insanı da odur. Spor Akademisi mezunu bir spor insanıdır. Bir diğer ilginç başkanlık; Bahçeşehir Koleji Spor Kulübü başkanlığına Begüm Yücel’in gelmesidir. Begüm Yücel de Beşiktaş ikinci başkanı olan Hüseyin Yücel’in boşalttığı koltuğa oturmuştur. Giray Bulak ve Begüm Yücel, bu görevleri kabul etmeyebilirlerdi. Ama sorumluluk almaktan çekinmediler. Türk sporunun miheng taşları ellerinde olacak. Hasan Arat, Giray Bulak ve Begüm Yücel’in başarılı olmasını çok isterim. Tarihi bir görev üstlendiler. Spor kulüplerinin spor üretmesi gerektiğine inanıyorum. Ve bunların, sporu bilen başkanlarla gerçekleşebileceğini düşünüyorum. Sporun gücü ortada… Kulüplerdeki yönetim metodunu değiştirmeye aday bu isimlerin, üstlendikleri görevi en iyi şekilde yapmaları gerektiğini de belirtmek gerekir. Çünkü, belki de ülkenin spor kültürünü değiştirecekler.