Gerçekleri bir yabancı söyleyince ne kadar da alıngan oluyoruz.

Kanımıza dokunuyor galiba. Dokunmasın. Gerçeklerle yüzleşmek, hatalarımızı görmek, ders çıkarmak ve doğruyu bulmak zor geliyor çünkü. Ne yaşarsak yaşayalım, yerimizde sayıyor, sürekli patinaj yapıyoruz.

Slaven Bilic’den başlayalım. Beşiktaş’ı çalıştırdığı dönemde sadece futbolumuzu değil, toplumsal psikolojimizi de analiz etmişti Hırvat çalıştırıcı. Ne demişti Bilic? “Türkiye’de temel problem şu; bilgili olanların yetkisi yok, yetkisi olanların ise bilgisi yok.” Altına imza atılacak bir tespit.

Bilge insan aramayın. Fenerbahçe teknik direktörlüğüne getirilen Jorge Jesus da kısa sürede çözmüş bizi. Şimdilerde adı Brezilya milli takımı ile anılan Jesus’un tespitleri ilginçti; “Süper ligde maçlar sahada kazanılmıyor. Bu ligin sportif bir gerçekliği yok.” Utansak mı, tepki mi göstersek bilemedim. .

Son olarak A Milli Takım teknik direktörü Stefan Kuntz... Sadece aldığı milyonlarca euroya bakıp eleştirenler bir yana. Adamın bir dünya görüşü ve futbol felsefesi var. Bize uydu mu, tartışılır. Hırvatistan maçı öncesi “favori değiliz” dediği için milliyetçi duyguları kabaran ve saldırıya geçen bir kitle vardı. Kuntz son dünya üçüncüsü takımdan söz ederken, hayal dünyasında dolaşanlar çekirdek çitliyordu sanırım.

Aynaya bakmak gerek

Bitmedi. Kuntz maç sonu açıklamalarında şu cümleyi kurdu: “Türkiye’de akademiler ve futbol eğitim sistemi yok. Elbette çok fazla yetenek mevcut, ancak onlara doğru idman yaptıracak ve eğitecek insanlara ihtiyacınız var.”

Niye kızıyoruz ki? Bazı meslektaşlarımız hemen Altınordu kulübünün alt yapısı ve yetiştirdiği A milli takım oyuncularından söz etti. Hatta sevgili başkan Seyit Mehmet Özkan da tepki gösterdi Alman çalıştırıcıya.

Pardon da; Türk futbolunu sadece Altınordu mu kalkındıracak? Bu kadar Süper Lig kulübü ne iş yapar? Kaç yeni yetenek kazandırmıştır futbolumuza? Eleştirirken arada sırada aynaya bakmak gerek.

Dost acı söyler demişler. Sizi bilemem, bana göre samimidir Bilic, Jesus ve Kuntz.

Meler’e çok yükleniyorsunuz

Cüneyt Çakır Türk hakemliğinin son 15 yılına damga vurmuştu. Gelmiş geçmiş tüm Merkez Hakem Kurulları en zor görevlerde Çakır’a dört elle sarılırdı.

Hakemliği bıraktıktan sonra gözler veliahtına çevrilmişti. 7 FIFA kokartlı hakem arasında Halil Umut Meler performansı, duruşu ve herkese kabul ettirdiği saygınlığı ile ön plana çıktı. Dolayısıyla bu sezonun kurtarıcısı oldu. En kritik maçlarda hep o vardı. Yarın Fenerbahçe- Beşiktaş derbisinde yine o var. Talihsizlik yaşamazsa, sezonun kalan bölümünde tüm önemli karşılaşmalarda yine o olacak.

Çok mu normal? Elbette hayır. Üst düzey diğer hakemlerinizi bu tarz maçlarda kullanamıyorsanız, ortaya çıkan tablo Türk hakemliğinin ayıbıdır.

Dijital hakem atanması “masalına” kimse inanmıyor. Ama Halil hocaya da yazık değil mi? “Acaba ne zaman patlayacak” diye bekleyenler olduğunu biliyorum. Yolun açık, şansın bol olsun sevgili Meler.

Koç’un tespitleri

Kulüpler Birliği Vakfı diye bir oluşum var biliyorsunuz. Bana göre işlevsiz, tutarsız, yaptırım gücü olmayan göstermelik bir yapılanma.

Şimdilerde başkanı Ali Koç. İyi niyetinden kuşkum yok ama beyhude bir çaba içinde. Vakfın son toplantısından sonra kulüplerin geleceği ve maddi konularla ilgili şöyle konuştu Koç; “Tünelin sonunda parlak bir ışık değil, hiç ışık göremiyorum. Mum ışığı bile görmekte zorlanıyorum.”

Bu saptamayı yapan ülkenin en önemli iş insanlarından biri. Hesap kitaptan anlayan, doğru bildiklerini konuşmaktan çekinmeyen biri.

Koç’un dikkat çekmek istediği tehlike yıllardır kapımızda.

Ama kim farkında, kimin umurunda? Battık, batıyoruz.

Cemal ERSEN/ Milliyet