Nicedir Türk futbolu üzerine yazmıyordum, geçen günlerde Ekşisözlük’te iki takımın maçlarında yaşanan penaltı tartışmalarını okuduktan, pozisyonları izledikten sonra birkaç kelamda benden olsun dedim. Hiçbir kulübü kayırmadan, renkleri değil sadece futbolu seven sade bir futbolsever olarak. Amacım yangına körükle gitmek değil, yangının sebebini anlatmak kalemim ve bilgim yettiğince. Malum her yazı tarihe düşen nottur, yazı tarihe şahitliktir.

Her sezon aynı teranenin, aynı tekdüzeliğin içinde yuvarlanıp gittiğimiz üç kişilik paranoyak bir aşk masalı Türk futbolu... Ta en başından sürekli “üç büyük” yalanı ile yoğrulmuş, tüm yaşamlarında taraftarı oldukları takımın stadını dünya gözü ile bir kez bile göremeyenlerin diyarında... Üç Büyükler! Bu nasıl büyüklükse. Çok eskiden beri Avrupa sahalarında yaşanan hüsranları düşününce. Oysa büyük dediğin, büyük olmalı büyükler arenasında. Büyük dediğin büyük gönüllü olmalı aynı zamanda…

BETER BİR LİG BİZİMKİSİ

Gel gör ki yenenin değil, yenilenin sürekli konuşulduğu beter bir lig bizimkisi, büyük dediğin Türk’ün Türk’e masalı. Çoğunluğun ilgisini çekme adına, çoğunluğu mutlu etme adına futbol programlarında sürekli sadece üç takımın tartışıldığı, sevimsiz, adaletsiz, yayıncı kuruluşun saadeti için oynanan, sonu ta başından belli, toz duman, rekabetten uzak, figüranlar, esas oğlanlar ve belediye takımlarıyla bezenmiş, izleyenin futbol keyfini alamadığı ‘Made in Turkey’ patentli beter bir lig… O yüzden yense de yenilse de gazetelerin spor sayfalarında, televizyon programlarında hep baş köşede üç İstanbullu... Haliyle neredeyse her doğan çocuk “İstanbullu” güzel ve yalnız ülkemde, malum, çocuk ne görürse onunla büyür bu yaşamda. Oysa adına futbol denen güzel oyunda her takım kendi taraftarı için büyüktür, ah bir anlasalar…

Adalet, eşitlik ve rekabetten yoksun, statları dolmayan bir ülkenin futbolunun ilerlemesi mümkün değildir oysa. Filler tepişmeye, karıncalar ezilmeye devam eder. Kimi dekoder satışlarında teselli bulur, kimi koca bir sezonu iki vasat derbiye bağlama telaşında. Kimi bomba transfer haberleriyle süsler manşetlerini, kimi pastanın çileğiyle. Hatırlarsanız, dekoder satışlarının düştüğü zamanlarda “Hiç bitmesin!” demişlerdi, oysa hiçbir zaman keyif vermedi ki! Kimi düştü, kimi çıktı ama ne düşenin kederini paylaşabildik ne çıkanın sevincini. Zira varsa yoksa iki takımdı ülke futbolunda. Asırlık çınarlar siyasetin gölgesinde parasızlıktan, ilgisizlikten, çaresizlikten, birer ikişer devrilirken, ülkeyi yönetenler dört bir yana stat yapmak için kolları sıvadılar ama maç günleri o statları dolduramadıktan sonra heyhat, ne fayda! Mesele ülkenin dört bir yanına stat yapmak değil, maç günleri statları doldurmaktır. Zira, mesele rekabeti yaratmak, yeni nesillere kendi şehirlerin takımlarını sevdirebilmek, hangi ligde olursa olsun o sevdayı yaşatmaktır. Mesele ‘zafer avcılığına’ özendirmek değil, mesele futbolu sevdirmektir. Yurtseverlik sadece ülkeni sevmek değil aynı zamanda yaşadığın şehri, kasabayı, sevmektir, sahip çıkmaktır değerlerine. Bir şehri tribünden sevmektir taraftarlık, kimselere biat etmeden, öylesine eyvallahsız.

HİLELİ MALIN DEĞERİ YOK

Velhasıl ülke futbolunu yönetenler her takıma eşit yaklaşmadıkça, adaleti eşit dağıtmadıkça, futbolu istedikleri biçimde kurgulamaya çalıştıkça sürüp gidecektir Türk futbolunun toz duman manzaraları, hiç bitmeyen penaltı tartışmaları, kerameti kendinden menkul VAR kararları, baskı altında doğru karar veremeyen hakem faciaları. İki takımı son haftaya kadar şampiyonluk yarışında tutup suni heyecan yaratmak, haliyle yayıncı kuruluşu mutlu etmek, iki takımdan biri yarıştan kopsa taraftarlar dekoderleri iade edeceklerini bilmek, yayıncı kuruluş zarar etmesini önlemek… Ömrü futbol mabetlerinde geçmiş ve geçmeye devam eden sade bir futbolsever olarak uzaklardan gördüğüm budur. Oysa futbola yapılan en büyük ihanet futbolun doğasıyla oynamak, futbolu kurgulamaktır ve hileli malın değeri olmaz, yazın bir kenara.

Ziya Adnan | BirGün