Beşiktaş dün akşam maçı akan oyunda otuz ortayla bitirdi. Ve bu, sezon ortalamalarından yüzde 38 daha fazlaydı. Zaten bu maça kadar Süper Lig’in akan oyunda en az orta yapan dördüncü takımı onlardı - birinci takım ise dün akşamki rakipleri Trabzonspor’du.

Dolayısıyla bu, Sergen Yalçın’ın istediği bir şey değildi, ama Abdullah Avcı’nın tam olarak istediği şeydi. Avcı’nın takımlarının Beşiktaş’a karşı oynadıkları neredeyse tüm maçlarda olduğu gibi dün akşam da sahada çoğunlukla yine onun takımının istedikleri oldu.

Dört yıl önce. Beşiktaş’ın en güçlü olduğu zamanlardı. Kulüp tarihinin en iyi Avrupa sezonunu geçiren Şenol Güneş’in takımı, Şampiyonlar Ligi grubunun üçüncü haftasında Monaco’yu deplasmanda 2-1 yenmiş ve üçte üç yapmıştı.

O maçın ilk golü sezonun klasik Beşiktaş gollerinden biriydi. Ricardo Quaresma sağ çizgide topla buluşmuş, ters kanattaki Ryan Babel ve merkezdeki Anderson Talisca ise hemen ceza sahasında Cenk Tosun’un yanına sokulmuşlar ve Portekizlinin adrese teslim ortasında iki Monaco stoperinin tam arasında kalan Cenk düzgün bir kafa vuruşuyla ağları havalandırmıştı.

Beşiktaş, altı gün sonra sahasında ağırladığı Başakşehir karşısında ise aynı fırsatı maç boyunca neredeyse hiç bulamamıştı. Merkezi iyi kapatan ve Beşiktaş’a geniş alanda yakalanmayan Başakşehir, bu sayede Quaresma’nın ortalarını rahatlıkla savunabilmiş ve üç puanı uzatma dakikalarında yedikleri bir duran top golüyle kaçırmıştı.

Avcı'nın takımı merkezi kapatır, Beşiktaş'ı kenarlara yönlendirir, Beşiktaş orta üstüne orta yapar ve sonunda kaybeder. Neredeyse yüzyıllık geçmişi olan bir hikâye bu. Dün akşam bir kez daha tekerrür etti.

Şenol Güneş’in takımında oyun Quaresma üzerinden genişletilirdi, Sergen Yalçın’ın takımında ise bu görevi savunmanın kanatları üstleniyor. Ama yine de iki takımın hücum pratiği arasında net bir ortak yan var: O da oyunu sağ kanattan kurup sol kanattan bitirmek. Güneş’in takımında oyunu Quaresma kurar, ters kanattan Babel, Cenk ya da Talisca bitirirdi. Yalçın’ın takımında da Valentin Rosier ve Rachid Ghezzal’in kurduğu oyunu ters kanatta Cyle Larin bitiriyor.

Görüntüyü gözünüzün önüne getirmeye çalışın: Rosier geriden bindirir, sağ kanatta içe kat eden Ghezzal ile buluşur, onları aradaki mesafeyi daraltmak için sağ stoper Welinton takip eder, ardından bir orta saha oyuncusu da yaklaşır ve oluşan bu yoğunluk rakip savunmayı da üzerine çeker. Türkiye’de takımlar genellikle dörtlü savunmayı tercih ettikleri için, Beşiktaş’ın beşli hücum hattı buna karşı zaten doğal bir sayısal üstünlük kurar. Bir de rakip savunmalar bir kanatta manipüle edilince ters kanatta oluşan boşluğu da Larin doldurur.

Buna karşın Güneş’in takımında Quaresma’nın ortaları, takımın neredeyse tek hücum silahı hâline dönüşmüşken; Yalçın’ın takımında ortaların o kadar çok yer kaplamadığını, Rosier ve Ghezzal’in sağ kanattaki ortaklığının takımın genel bütünlüğünü bozan değil, bilakis besleyen bir yapıda olduğunun altını çizmek gerek.

Fakat esas olarak Beşiktaş’ın en kolay gole gitme yöntemi hâlâ aynı: Sağdan kur, soldan bitir. Her ne kadar Şampiyonlar Ligi’nin yıpratıcılığının da etkisiyle geçen sezona göre takımın tüm güçlü yanlarında olduğu gibi bu konuda da açık bir gerileme olsa da…

Dolayısıyla her şeye rağmen dün akşamki randevu öncesinde Beşiktaş’ın kâğıt üzerindeki en güçlü yanı, yine Rosier-Ghezzal kanadı olarak görünüyordu. Anthony Nwakaeme’nin o kanadın savunma yardımında zorlanabileceği kuşkusu da bunu daha güçlendiriyordu - aynı kuşku ters kanatta Abdülkadir Ömür’de de söz konusuydu.

Özellikle sağ kanatta Rosier’in bindirmelerini Nwakaeme’nin takip edememesi hâlinde Anders Trondsen zor durumda kalabilir ve Ghezzal-Rosier ikilisine o bölgede sayısal üstünlük vermemek için mecburen kendi soluna kayacak olan Trabzonspor savunması ters kanatta Larin’e alan bırakabilirdi.

Avcı’nın bu tehlikeye karşı aldığı önlem ise ilham vericiydi: Merkezi olabildiğince sıkılaştırmak adına kanatları boş bıraktı. Nwakaeme ve Abdülkadir Ömür’den Rosier ve Umut Meraş’ın bindirmelerini takip etmeleri yerine pozisyonlarında kalmalarını istedi.

Böylece Beşiktaş’ın iki beki, maçta en çok topla buluşan oyuncular oldular (Umut 89 kez, Rosier 88 kez). Siyah-beyazlıların akan oyunda yaptıkları otuz ortanın yüzde 63’ünü ise bu ikili üstlendi. Fakat Trabzonspor savunması çoğunu rahatça savuşturdu, isabetli olan ortalarda da Beşiktaş hücumcularına rahat vuruş fırsatı vermedi. Rosier topla buluştuğunda arka direkteki Larin neredeyse hep markaj altındaydı. Elbette ceza sahasında net bir bitiricinin olmaması da Trabzonspor’un işine yaradı.

Avcı’nın bu tercihi, Trabzonspor’un üç konuda daha elini güçlendirdi.

Birincisi; kanatları riske edip merkezi kapatınca, Miralem Pjanic’in ara pasları ve Alex Teixeira’nın ikinci forvet koşuları da olabildiğince sınırlandırıldı.

İkincisi; Nwakaeme ve Abdülkadir daha az derine geldikleri için Trabzonspor’un kontra tehdidi azalmadı. Rosier ve Umut’u ileri çıkmaya teşvik ettikleri için de arkalarında geniş alanlar bulmaları kolaylaştı.

Üçüncüsü ve en önemlisi ise; Nwakaeme ve Abdülkadir savunmada daha az efor harcadıkları için maçın sonuna dek enerjilerini koruyabildiler. Nitekim Abdülkadir ilk yarının uzatma dakikalarında savunma arkasına sızdı ve takımını öne geçirdi. 90+6’daki kontra fırsatında ise Nwakaeme kendisinde hâlâ yüksek şiddetli bir depar atacak gücü bulabildi ve galibiyeti getiren golün asistini yaptı. Marek Hamsik ise bu iki oyuncuya attığı paslarla sahadaki diğer büyük vizyoner Pjanic’i gölgede bıraktı.

Yine de dün akşam daha baskın bir oyun oynayan taraf elbette Beşiktaş’tı. Bulduğu birkaç pozisyonda karşısında normal bir kaleci olsa kazanan taraf da olabilirdi. Ama büyük bir oyun üstünlüğüyle olmasa da, sezon başından bu yana aldığı risklerle öne çıkan ve tüm bu risklerin karşılığını hep kazanarak alan Avcı, dün akşam bir risk daha aldı, zaafı olarak görünen bir durumu kendi güçlü yanına çevirdi ve yine kazandı.

Goal.com