Santraforsuz handikapları ve soru işaretleri arasında,

Lens, Babel ve Quaresma soyutlanmış olarak sahne almıştı.

Atiba’nın yerine Necip,

Gökhan Gönül’ün yokluğunda Dorukhan,

Karius’un formsuzluğu ve yan topsuzluğundaysa Tolga sahadaydı.

***

Maçın başlamasıyla

Şenol Hoca’nın düşünceli yüzü,

Beşiktaş tribünlerinin tezahüratları,

Ve takımın önde basmaya çalışması ekrana ilk yansıyanlardı.

Ha bir de Lens’in daha 10’uncu dakikada arka adalesinin atması.

Bu bölümde ilk göze çarpan Belçika ekibinin aşırı top kayıplarıydı.

Ve bizim de bunları 3’e 2 yakalamamıza rağmen değerlendiremeyişimizdi diyordum ki,

Yine böyle bir yaprak dökümünde

Bahçe süpürgesini alan Quaresma’nın

Belçika defansının arkasına sarkıp, köşe bucak süpürüşlerini gördük.

Çalı-çırpı ne varsa ağların içine bıraktı: 0-1.

Şenol Hoca’nın rakibe baskıya dayalı, hataya zorlama planı işe yaramıştı.

Hele Mustafa’nın kaleciyle burun buruna skor yapamadığı pozisyon akıllara zarardı.

Fişi çekip, kabloyu suyun içine bırakacaktık.

Anlayın gayri.

İstanbul’daki boş alanları bulamayan Genk’in kaleye şut atmakta zorlandığını

ve istediği oyunu oynayamadığını gördük.

‘Beşiktaş müsaade etmiyordu’ desek ilk yarı itibariyle daha doğru olacak.

İkinci yarı başladığında oyun planımız aynı gözükse de biraz daha arkaya yaslanmıştık.

Bu da Genk’in yarı sahamızda daha aksiyonlu olmasını sağlıyordu.

Lakin büyük harflerle yazmamız gereken bir durum var.

“Takımın inançlı, özgüvenli ve verilen taktiğe harfiyen bağlı kalması.”

Bu maç için bu özelliklerin öne çıkması,

Takımın isterse bir çok şeyi yapabileceğini gösteriyordu bize.

Şenol Hoca takımının ritmi bulduğunu görünce hemen Ljajic’i aldı oyuna.

Anlaşılan topun bizde kalmasını istiyordu Şenol Hoca.

Ve Beşiktaş da zaten 80’inci dakika itibariyle 8 kişiyle rakip sahada gol arıyordu.

Sonra karın ağrısı bol o meşhur son 5 dakikalara giriyorduk.

Müzmin, kronik ne derseniz deyin…

Şu hastalığı üzerimizden atamadık gitti.

Gol geliyorum diyor ve sen bir şey yapamıyorsun!!

Alen Markaryan / Akşam