“Loris Karius” ismini en başta görünce,

Spartaküs dizisi aklıma geldi.

O filmde de sonu, “Arius’la, Orius’la” biten bir dolu isim vardı.

Yakışıklı ve vücutçu çocuklardan oluşan o kadrodan, aşağı kalır yanı da yok hani bizim kalecinin.

Lakin bizim eskiler,

Güzel bir kızla gezerken,

“Güzelliğini boş ver, huyu iyi olsun” derlerdi ya,

O hesap.

Bizimki de latife.

Sahadaki oyunu iyi olsun yeter bize.

Gerisi laf-ı güzaf.

***

Böylelikle Karius’a da ‘Hoş geldin’ dedikten sonra kadroya ilişti gözüm.

Çizgileri Babel ve Quaresma’ya,

Gol bölgesini de İspanyol’a emanet etmişti Şenol Hoca.

Gol pası ve forvet arkası görevini de

Kulaklarını kapatmayacaksa eğer Oğuzhan’a.

Ayağının tozuyla uçaktan yeni inen Adem Ljajic’in de haklı olarak ilk 11’de düşünülmediğini gördük.

‘İlk 5 dakika, bir otobüsünün arka beşlisi kadar bir alanda geçti’ desek yeridir.

Kim geldiyse çıkartamadı topu o bölgeden.

‘Sonra rakip takımın aşırı istekli oluşu mu’ desem,

‘Beşiktaş’ın maça kendini verememesi mi’ desem,

Adını koyamadığım bir tuhaflık vardı.

Tam bu sırada da Karius karşı karşıya pozisyonda, yüzde yüzlük bir golü önledi.

Anlamlandıramadığım en büyük görsel,

Erzurum ve Antalya maçları dahil,

Defansımızın çok önde olup, geri dönüşlerde sıkıntı yaşaması.

Şenol Güneş’in her seferinde bas bas bağırdığı konu da bu olsa gerek.

İleride çoğalamama, geriye dönememe.

Ortada sıkışıp kalıyorduk.

İkinci yarı oyun değişir mi,

Babel durgun, Lens’le yer değiştirir mi soruları aklımızı kurcalıyorken,

Babel, “Yok öyle 3 kuruşa 5 köfte, değişecek tek şey tabeladır. Onu da bana bırakın” diyerek ikinci yarıya moralli başlamamızı sağladı: 0-1.

Golden sonra öne doğru oynamak istiyor gibi gözüksek de,

Ahengi olmayan bir görüntü ortaya koyuyorduk.

Bu bağlamda Caner’in ve Necip’in oyuna dahil olduğunu da notlarımız arasına iliştirelim.

Oyun kurmak için 150 tane yan pas yapan rakibine, bu kadar boş alanı nasıl bıraktığımızı düşünüyorken de gol yedik zaten.

Sonra?

Ne diyeyim…

İyi olur inşallah.

Alen Markaryan / Akşam