Olacak şey değil. 80 dakika dalga geçtik, uyuduk, uyuttuk ve son on dakikada futbolu hatırlayıp akıl almaz bir galibiyetle coştuk.

En azından tarihe borcumuzu ödedik.

Bu galibiyet ne kadar tartar?

Açar mı kapıyı Katar? Bilmiyoruz...

Yine de teşekkür ediyoruz.


On beşinci dakikada dördüncü kornerini atıyor Letonya.

Neyse ki duran toplarda defansif çalışmalar yapmışız.

Ya ofansif hazırlıklar? O biraz eksik kalmış gibi.

Stefan Kuntz, Milli Takım’ın daha yaratıcı oynayacağını söylemişti.

İyi niyetli bir mesaj…

Yaratıcı oyunu kim istemez.. Ama olmuyor.

İki kanattan yükleniyoruz ama rakip ceza alanında, ceza yayının oralarda şut atacak zaman ve alan bulamıyoruz.

Letonya, biraz da ilkel savunma anlayışı ile Bizim Çocuklar hücuma kalktığında hemen kendi yarı alanında “toplanma” alarmı veriyor. Burak, Orkun, Kerem…

Ya da kim girdiyse içeri, topla buluşamıyor. Şut atacak fırsatı bulamıyor.

Dünya Kupası elemelerindeki son şansımıza tutunabilmek için biraz cesur oynamamız, riskleri göze alarak golü aramamız gerekiyor.

Hayır, öyle yapmıyoruz, yapamıyoruz.

Düz mantıkla sağdan Cengiz’le, soldan da Caner’in bildiğimiz ortalarıyla etkinlik gösteriyoruz.

Ama o toplar ne Burak’la, ne de yanındakilerle buluşuyor.

Sinir bozucu kalabalıkta topu kaybediyoruz…

Adamlar çok çabuk… Bizim boşluklara dalıyorlar ve en kötüsü korner kazanarak duran toplarla golü arıyorlar.

Milli Takım’ın sahaya çıkan onbiri de sorunlu.

İtalya’daki Euro 2020 maçlarında da dikkatimi çekmişti…

Hakan Çalhanoğlu ya da takım arkadaşları…

Birbirleriyle oynamıyorlar.

Bir kopukluk, bir soğukluk söz konusu.

Stefan Kuntz ve Hamit Altıntop’un bir durum tespiti yapması, varsa sorunları çözmesi gerekiyor.

Bu öyküyü anlatırken istatistiklere bakıp gülüyorum… Topa sahip olma 67/33… 3’ü isabetli 10 şut atmışız. Kornerlerde karşılıklı bereket (!) var… Ama gol yok…

Bir serbest vuruşta Burak’la Hakan topun başına geliyorlar.

Burak istiyor ve vuruyor. Aut!..

İkinci yarıda bir başka serbest vuruş…

Bu defa da Caner var Hakan’ın yanında. Bir süre sessiz birbirlerine bakıyorlar.

Sonra Caner uzaklaşıyor topun yanından. Hakan’ın vuruşu güzel ama yandan az farkla aut!

Tablo üzücü.. İstatistikleri de boş verin.

Kandırmayalım kendimizi.

Bu yavaş ve temposuz oyundan bir şey çıkmıyor.

Daha da üzücü olanı, Stefan Kuntz’un sükuneti…

Bir çözüm arayışı bekliyoruz ama maç akıp gidiyor. Halil Dervişoğlu’nu çağırıyor oyun…

Bakalım Kuntz ne zaman duyacak bu çağrıyı? Bekliyoruz…

Hoca Orhun’la Serdar’ı, Caner’le Rıdvan’ı değiştiriyor.

Değişen bir şey yok…

Bunlar hamle değil. Kötü paslar, yavaş oyun, top kayıpları devam ediyor.

Orta alanda sallanarak oynarken topu kaptırıyoruz…

Adamlar boş bıraktığımız alanda koşarak ceza alanımıza yöneliyorlar.

Geç kalıyoruz. O itiş kakışta Merih kendi kalesine atıyor golü…

Hiç şaşırmıyoruz… Üzülüyoruz.

Belki bu gol ölü toprağını eşelememize yardım eder.

Evet, öyle oluyor. Halil’i de alıyor Hoca…

Zeki’den Cengiz’e, ondan yumuşak bir plaseyle havadan Serdar’a…

O da akıllıca dokunuyor kafayla…

Neyse beraberlik golünü buluyoruz ama…

Çok istiyoruz, pozisyona giriyoruz, dakikalar geçiyor golü bir türlü atamıyoruz..

Maç boyu yürüyen ve dolanan takım nihayet futbolu hatırlayıp inanılmaz bir tempo ile galibiyeti arıyor.

İşte Burak’ın kazandığı penaltı, işte Burak’ın golü…

Oh be nihayet yeniyoruz...

Ah be çocuklar son on dakikada mı oynanır futbol!…

Neyse, neyse…

İkincilik hayalimiz var şimdi. Bakarsınız olur…

Belli mi olur!

Attila GÖKÇE / Milliyet