Derbilerin favorisi olmaz denir, ama olur. Dün akşamki derbinin favorisi de Fenerbahçe’ydi. Tıpkı geçen sezonki Beşiktaş deplasmanında olduğu gibi, rakibini yine çok kötü bir durumunda yakalamıştı. Fakat geçen sezonki maçtan bir farkı vardı dün akşamki karşılaşmanın: Fenerbahçe geçen sezon favori olduğu maçlarda favoriymiş gibi oynayabiliyordu, bu sezon ise bunu o kadar iyi yaptığı söylenemez. Beşiktaş’ta da Serdar Topraktepe’nin bu duruma karşı iyi bir planı vardı.
Üstelik Beşiktaş için Fenerbahçe maçı hafta boyunca neredeyse gündem bile olamamıştı. Öyle ya, istifa edip giden eski başkan Hasan Arat’ın ardından bir anda birbirine giren yönetim ve eski kulüp profesyonelleri arasındaki suçlamalar her şeyden önemliydi. Geçen hafta yolların ayrıldığı Giovanni van Bronckhorst’un yerine tekrar geçici olarak takımın başına getirilen Topraktepe için belki de en zor görev bu şartlar altında oyuncuları sahaya odaklamak iken, o aynı zamanda iyi bir maç planı da ortaya çıkararak kendisinden beklentilerin bir hayli üstüne çıktı.
TOPRAKTEPE'NİN TERCİHLERİ
Maç öncesi Jose Mourinho tarafından “ligin en iyi kontratak takımı” övgüsü almıştı Beşiktaş. Bunun bir büyük takım için ne kadar bir övgü olduğu tartışılır elbette. Topraktepe ise en azından bu maç için Mourinho’nun kendilerine dair bu sözünün hakkını vermek istemiş. Üçlü orta alan tercihi, Gedson’u 10 numaraya, Rafa Silva’yı kanada alması, Beşiktaş’ın bu maçta rakibinin üzerinde topla bir baskı kurmayı amaçlamadığını gösteriyordu.
Bu iki yönden mantıklı bir tercihti: Birincisi; Beşiktaş’ın zaten bunu yapabilecek bir kalitesi ve örgütlülüğü yoktu. İkinci olarak ise Fenerbahçe’ye karşı hâkim bir futbol oynamaya çalışmak, Mourinho’nun arzu edeceği bir şeydi. Bu yüzden Topraktepe, takımını ikinci bölgede sıkı tutup, savunma hattıyla orta alan arasındaki mesafeyi olabildiğince daraltıp, yakın ve temaslı bir şekilde savunmayla Fenerbahçe’ye alan vermemeyi ve kazanılan toplarla çabuk çıkmayı denedi. Yani macera aramadı ve olabilecek en makul planla sahaya çıktı.
MOURINHO'NUN TERCİHLERİ
Bu noktadan sonraysa farkı yaratacak olan Fenerbahçe’nin ne yapacağıydı. Gerçekten bir favori takım gibi mi oynayacaklardı? Yani topa sahip olup, oyunu rakip yarı sahaya yıkıp, önde basıp, topu kaybettiklerinde bir an önce geri kazanmayı mı isteyeceklerdi? Yoksa Beşiktaş’ın savunmada mutlaka bir hata yapacağına güvenerek, yoğunluğu artırmayıp fazla risk almadan rölanti bir tempoda mı maçı geçireceklerdi? Mourinho ikincisini seçti.
Elbette Fenerbahçe’nin net pozisyonları vardı. Emirhan Topçu’nun kale çizgisinden müthiş çıkardığı Edin Dzeko’nun şutu, yine Dzeko’nun çok iyi dönerek vurduğu ve yandan az farkla auta giden şutu, direkten dönen iki top… Bunlardan biri gol olsaydı, Beşiktaş’ın direnci bir anda kırılabilirdi. Ama rakibini bu kadar zor bir durumda yakalamışken, Fenerbahçe’den beklenen çok daha baskın bir oyun oynamasıydı. Tıpkı geçen sezon İsmail Kartal yönetiminde bu statta oynadığı futbol gibi.
Tabiî ki bu bir tercih. Daha risksiz ve dengeli bir oyunu elbette tercih edebilirsiniz, ama o zaman skoru bir şekilde almak zorundasınız. Mourinho ikisini de yapamadı. Dün akşam sunduğu menü, ne damakta güzel bir tat bıraktı ne de karın doyurdu. Buna karşın mutfağı darmadağın olmuş Topraktepe’nin hazırladıkları ise hem kendine özgü bir tada sahipti hem de tatmin ediciydi.
BEŞİKTAŞ MÜCADELEDİR
48 yaşındaki teknik direktörün övgüyü hak eden bir diğer tercihi ise Van Bronckhorst döneminde fazla şans bulmayan Tayyip Talha Sanuç, Alex Oxlade-Chamberlain ve Bahtiyar Zaynutdinov gibi oyunculara şans verip, onlardan verim almaya çalışması ve bunu başarmasıydı. Tayyip Talha, sakatlanana kadar Emirhan ile çok uyumluydu. Chamberlain’in sol kanattaki performansı, sezon başından beri kanat rotasyonunda ciddi sıkıntı çeken Beşiktaş’ın Joao Mario’ya verdiği süreleri Chamberlain’e neden vermediğini sorgulattı. Zaynutdinov da Tayyip’in yerine oyuna girdikten sonra savunmadaki kararlı müdahaleleriyle dikkat çekti.
Beşiktaş’ın devre arasında kendisini ekonomik olarak daha da zor duruma sokacak transferlerden kaçınıp, şu ana kadar çok az faydalanabildiği bu oyunculardan verim almayı seçmesi gerekiyor. Topraktepe’nin izlediği bu yol da bu açıdan çok değerli.
Maçın en iyilerinden Jonas Svensson’un karşılaşma sonunda hayranlık uyandıracak kadar iyi bir Türkçeyle yaptığı açıklamaları ise Beşiktaş’ın DNA’sının bir özeti gibiydi: “Bende çok yetenek yok. O yüzden mücadele etmem lâzım. Kalbimle oynamaya çalışıyorum. Her gün hazır olup Beşiktaş’a yardım etmek istiyorum.”
Beşiktaş için her şeyden önce mücadele gelir. Bu, Fenerbahçe ve Galatasaray’da böyle olmayabilir. Oralarda tutunabilmek için öncelikle gösterişli bir yeteneğe sahip olmak gerekir. Ama sahada her şeyini veren sınırlı yetenekler, Beşiktaş’ta geçmişten bu yana çok sevilir. Siyah-beyazlıları içinde bulunduğu kötü durumdan da ancak Svensson gibi oyuncular çıkarabilir. Elbette sadece mücadeleci oyuncular yetmez, akıllı yöneticiler de lâzım.
Onur Özgen/gazeteduvaR